Konferansında Murat DEMİRKOL: “Varlığın ortaya çıkışı, yaratma ve Tanrı- âlem ilişkisi insanlığın kadim problemlerinden biridir. Yaratılışın gerçekleşme şekli. Filozoflar ile kelamcılar arasında tartışma konusu olmuştur. Kelamcılar, dinî naslara dayalı olarak Allah’ın fail-i muhtar ve yoktan yaratan olduğunu kabul ederken filozoflar mucib bizzat ve sudur yoluyla var eden Zorunlu varlık olduğunu kabul etmişlerdir. Filozofların Tanrı kanıtlaması imkân deliline, kelamcılarınki ise hudus deliline dayanmaktadır.
Kelamcılar, Allah’ın iradesiyle isteyerek ve kudretiyle güç yetirerek yarattığı görüşünü benimserler. Kelamcıların teorisinde en problemli nokta, yaratmanın yoktan olduğu vurgusudur. Kur’ān yaratmadan bahseder, ama bunun yoktan olduğunu söylemez. Bilakis bir şeyden yaratmadan söz edilir. Her şeyin sudan yaratıldığı bunlardan biridir. Filozoflar yoktan yaratmanın açıklanabilir ve tutarlı bir teori olmadığı görüşündedirler. Onlara göre alem, varlığın kendisi zorunlu varlık olan Allah’tan sudur etmesiyle meydana gelmiştir. Bu durumda filozoflara göre alem kadimdir. Kelamcılar, filozofların kadim alem görüşünden dolayı ezelilerin sayısını çoğaltmakla bir nevi küfre düşmekte olduklarını düşünmüşlerdir. Filozoflar Tanrı’nın alemden zamansal olarak değil, zati ve nedensel olarak önce olduğunu düşünürler. Halbuki kelamcıların teorisinde Allah alemden zamansal olarak öncedir. Buna göre alem hadis, Allah muhdistir. Bu yaklaşım, Allah’ın zamansal ve mekansal varlıklarla iç içe olması ve bir çeşit zamansal olması sonucunu doğurur.
Filozofların alemin ilk olarak yaratılışını izahta başvurdukları sudur teorisine göre Tanrı’dan çokluk çıkamaz. Basit ve soyut olan ve salt akıl olarak görülen Tanrı’dan ilk sadır olan yani çıkan şey ilk akıldır. Çokluğun ortaya çıkışı bundan sonra başlar. İlk aklın birinci olarak zorunlu varlığı akletmesi, ikinci olarak kendisini başkasıyla zorunlu olması bakımından akletmesi, üçüncü olarak kendisini bizzat mümkün olması bakımından akletmesiyle yani bu üç itibarla üç varlık ortaya çıkar. Bunlar sırasıyla ikinci akıl, onun nefsi ve maddi cirmidir. Çokluk faal akla kadar dikey sudur süreciyle, faal aklın etkisiyle oluşup değişen oluş ve bozuluş aleminde yatay olarak gerçekleşir.
Sudur teorisi sadece var oluşuyla sınırlı olmayıp Tanrı’nın alemle ilişkisi ve onu ve içindekileri bilmesi şeklinde de sonuçlar doğurur. Buna göre Tanrı, alemde olup biten şeyleri gerçekleştikten sonra bilmez, onun hasisleri ve hadiseleri bilişi tikel değil, tümel ve huzuridir. Nesne ve olayları duyusal, mekansal ve zamansal arazlarıyla bilmek bilenin iç ve dış duyu organlarına ve güçlerine sahip olmasını gerektirir. Kur’ān’da da belirtildiği gibi “Yaratan bilmez mi?” Tanrı’nın bilgisi yaratmasıyla özdeştir. Tanrı’nın başkasına dair bilgisi infiali ve husuli değil, fiili ve huzuri bilgidir. Bu da sudur sürecine bağlı olarak zorunlu gerçekleşir. Tanrı’nın kendisini bilmesi nedenlileri olan yaratılmışları da bilmesini de gerektirir. Kelamcılar ve özelikle Gazzali sudur teorisine bağlı bu bilgi anlayışını Allah’ın yarattıklarından gafil olduğu sonucunu doğurduğunu iddia etmiştir. Fakat Tanrı’nın tikelleri insanlar gibi bildiği şeklindeki yaklaşımın doğurduğu problemleri de giderememişlerdir. Filozoflara göre Tanrı, tikel nesne ve olayları da bütün tikellikleri içinde tümel olarak ve hatta Sühreverdi ve Tusi’nin ifade ettiği gibi huzuri olarak bilir.” Diyerek konferansının soru cevap kısmına geçildi.
Enstitümüz Yönetim Kurulu Üyesi Mücahit YEŞİL tarafından günün anısına konferansa katkılarından dolayı Doç. Dr. Murat DEMİRKOL’a bir plaket takdim edildi.