Özdemir: Hz. Peygamberimizin “Ālimler Peygamberlerin varisidir” sözünden yola çıkarak, “ālimlerin varisi de yine ālimlerdir” anlayışıyla, Seyyid Kutub’un “Fî Zılāli'l-Kur'ān” (Kur’ān’ın Gölgesinde) tefsirini iniş sırasını takip ederek okuduğunda, Seyyid Kutub’un yeni bir boyutunun dikkatini çektiğini, “Kāinat ve ālem tasavvuru.” bu konunun daha önce hiçbir kimse tarafından çalışılmamış olduğunu ve Malezya’da “İslam Bilim Sempozyumuna” bu çalışmasını bir bildiri olarak sunduğunu, burada da bunun bir özetini sunacağını söyleyerek konferansına giriş yaptı.
Seyyid Kutub’un ilim aşkına evlenmeyen ālimlerden olduğunu, 1906 yılında bir köyde doğan ve 1966 yılında idam edilen, Müslüman coğrafyasının kolonileştirilmesine karşı çıkan, özellikle 1940’lardan sonra bir Kur’ān Müfessiri olduğunu, 1950 yılından sonra 15 yıl hapis hayatı yaşadığını ve bu döneminin Kur’ān’ın Gölgesinde olduğunu, iyi bir edebiyatçı olduğunu belirtti.
Özdemir: Batıda Seyyid Kutub’un çok çalışıldığını ancak “Müslüman radikallerin ideologu, devrimci, siyasal İslam’ın mimarı” olarak görüldüğünü, bu gün ise bunun abartı olduğunu kabul ettiklerini, İslam dünyası ise kendine göre seçici davranarak Seyyid Kutub’u anladığını, bir bütün olarak algılamanın ve anlamanın olmadığını vurgulayarak,
Sığ çevrecilik ve derin çevrecilik ayrımını yaparak; Tabiatın anlamı nedir? İnsanın anlamı nedir? Tabiat insan ilişkisi nedir? İnsan tabiatı istediği gibi sömürüp kullanabilir mi? Duyarlılığının derin çevrecilik olduğunu ve bu anlamda Seyyid Kutub’un “derin çevreci” kabul edilebileceğini, 19.yy Osmanlı toplumun da bile “…Canlı cansız bütün varlıklarla iyi geçinirler ve Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler… ” tespitini bizzat batılıların yaptığını ve bu anlayışın Kur’ān’ın verdiği “Dünya Görüşü”nden kaynaklandığı tespitini yaptı.
Özdemir: “İlk vahyi oluşturan 96. sûrenin, çok kısa olan ilk beş āyeti, Hz. Muhammed'in belleğinde iyice yer etmiş ve vahiy olayını arkadaşlarına anlatırken, genellikle bunları okumak durumunda kalmıştır. Daha sonra, üç yıl süren bir vahiy kesintisi oldu. Bundan sonra vahiyler doğal akışına başlamış ve Hz. Muhammed'in on yılı Medine'de geçecek olan, son yirmi yıllık hayatı boyunca sürmüştür” bilgisini verdikten sonra; “Bu beş ayetin ilk Müslümanların benliklerini ve dünyayı algılama biçimlerini derinden etkilediğini söyleyebiliriz. Müslümanlar üç yıl boyunca bu ayetlerle adeta yatıp-kalkmış; kendilerini ve etraflarındaki alemi buyeni “oku”ma ile şekillendirmeye çalışmışlardır.” diyerek, Kutub’un bunu yorumlarken şu tespiti yaptığını izahladı.
"Oku yaratan Rabbinin adı ile. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir. O insana kalemle yazmayı öğretti, insana bilmediğini öğretti."(Alak 96/1-5)
Kur’ān’ın bu ilk ayetlerinin Hz. Peygamberin hayatını nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini çok beliğ bir şekilde ifade ederken, zamanımızda Müslümanca yaşamanın da ipuçlarını verir: iman düşünce sisteminin geniş olan temeli atılmış oldu:
* Her iş, her davranış, her adım, her çalışma Allah'ın adı ile O'nun adına yapılır.
* Allah'ın adı ile başlar, Allah'ın adı ile yürür, Allah'a yönelir ve sonuçta O'na varır.
* Allah'tır yaratan. O'dur öğreten. Doğuş ve başlangıç O’ndandır. Öğretme O'ndan, bilgi O'ndandır.
* İnsan öğrenebildiğini öğrenir. Öğretebildiğini öğretir.
* Ama bütün bunların kaynağı yaratan ve öğreten yüce Allah'tır. "O insana bilmediğini öğretti."
Kutub’un Kur’ān’a bakış açısı tefsirine yazdığı umumi mukaddime ile ve Rahman suresinin mukaddimesinde açık ve net olarak görülüyor.
Surenin Mekkî olması. Bunun anlamı bu sure Müslüman toplumun kāinata bakış açısını şekillendiren surelerden biri olmasıdır. Bu ve diğer Mekkî surelerden sonra Müslümanlar kāinata ve kendilerine yepyeni bir gözle baktılar, kāinatı yeni bir biçimde okudular. Zira Kur’ān kāinatı bir kitap gibi onlara takdim etti ve nasıl okunacağını da bizzat öğretti.
Kāinatta bizlere takdim edilen Allah’ın nimetlerini muhteşem bir şekilde ilan etti. Bundan sonra her gün aşina olduğumuz ve birer“şey” olan “her şey”, O’nun bir nimeti olarak takdim edildi.
Etrafımızdaki ve uzaktaki her şeydeki güzellik boyut ile üzerinde düşünmeyi hak eden düzenliliği ve ölçülülüğü O’nu gösteriyor.
Sure, tüm kāinata, insanlar ve cinler şehadete davet edildi. Her iki grupta kāinat düzleminde eşit bir konumda olduğu vurgulandı.
Her iki gruba eğer inkār edebiliyorlarsa Allah’ın kāinatta sergilediği nimetleri inkār etmeye davet edildi:
“Ey insanlar ve cinler, peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?”
Bu çağrı ve meydan okuma ile her nimet tüm detayları ile zikredilerek tekrar edildi. Böylece İslam öncesi Araplar için cansız, anlamsız ve ruhsuz “şeylerle” dolu olan kāinat birden Allah’ın insanlara ve hayvanlara takdim ettiği nimetleri ile dolu bir sergi, ziyafetgāh ve sofraya dönüştü.
İnsanlığa bahşedilen en büyük nimet Kur’ān. Bu nimet insanın yaratılışına ve onun en büyük niteliği olan konuşma nimetinin verilmesinden önce gelmesi çok anlamlı.
“Ey insanlar ve cinler, yakında sizinle hesaplaşmak için özel vakit ayıracağız. Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz: Ey cinler ve insanlar, eğer göklerin ve yerin sınırlarını aşarak kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçınız. Fakat ancak özel bir gücünüz varsa bunu başarabilirsiniz. Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz? Üzerinize dumansız alev ve bakır eriyiği püskürtülür de bu azaptan sizi kurtaran bulunmaz. Peki, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (Rahman31-36)
Kutub bundan nasıl bir sonuç çıkarır:
Bu kapsamlı ve ayrıntılı yönetim yüce sahibini:
* Hiç bir işi öbür işinden alıkoymaz;
* Görünür-görünmez hiçbir şey O'nun bilgisinin kapsamı dışında kalmaz.
* Yeryüzünde yaşayan cinlerin ve insanların tüm işleri de O'nun bu faaliyet alanı içindedir.
Özdemir: Seyyid Kutub’un görüş ve düşüncelerinin sağlıklı olduğunu ve haksız yere idam edildiğini, müslümanca yaşamanın varlığı bütün olarak anlamayla da ilgili olduğunu belirterek konferansının soru cevap bölümüne geçildi.
Günün anısına Enstitümüz adına üyemiz Sezai İnem tarafından Sayın Prof. Dr. İbrahim Özdemir’e onur plaketi takdim edildi.