B. Sambur: Dinin özel olarak psikolojiyle ilişki kurdurulmasına gerek var mı? sorusuna, ilişkilerin normal seyrettiği zaman yok ama bir çok ilişkilerin anormalleştiği, din insan ilişkisinden sağlıklı bir şekilde başemediğimiz ve Modern dönemde yeni bir durum ortaya çıktığı ve din insan ilişkilerinde problem yarattığı için “Din – Psikoloji ilişkisinden” bahsetmek gereği duyuyoruz cevabının arkasına; Peki “Din – Psikoloji ilişkisi” nasıl ele almalıyız? sorusuna da “psikolojinin” oluşum sürecini ele almamızın gerekliliğini vurgulayarak konferansını başlattı.
“Her şeyden önce insanlığın entelektüel tecrübe birikimini geniş anlamda “felsefe” dediğimiz bilgelik yelpazesinde “Nasıl anlamlı hale getiririm?” çabaları yerini buluyor. Bu noktada felsefe herhangi bir disiplinin adı değil. Sokrat ve Platon’da insan doğası hakkında değerlendirmelerin ardından, Aristo’nun “De Anima”sını (ilk psikoloji kitabı olarak kabul edildiğini) görüyoruz. İslam coğrafyasında da Kindi, Farabi, Razi, İbni Rüşt vb. insana dair sorunlarla ilgilenmiş. Diğer yandan felsefenin ötesinde “ilahiyat” dediğimiz teoloji; insanı ve insan ötesi alemi, tanrıyı, metafiziği daha derinliğine ilişkilendirme biçimlerini görüyoruz. Burada felsefe ve teoloji insanlığın genel birikim alanını bütünlüklü ifade ediyordu. Bu bütünlüklü ele alış 18.yy’a kadar devam ediyor.” Uzak arka planını verdikten sonra.
“18.yy’dan itibaren coğrafi keşiflerin, aydınlanma düşüncesinin ve pozitivizm fikir akımının etkisiyle; dünya, insan, tanrı ve bilim algılarımızın değişime uğramasıyla “bilimin”, felsefe ve teoloji içinde olmasından rahatsızlık duyuluyor, bilimde kesinliğin, ölçüle bilirliliğin olması vurgulanıyor, felsefe ve teoloji spekülasyonlarının olmasını istemiyor ve bütün bilimler (matematik, fizik, kimya vb.) yavaş yavaş ayrılıyorlar. Fizik temel alınarak, kanunlar ortaya konulur, insani bilimler sosyoloji ve psikoloji aynı yöntemleri denemek istiyor, ilk olarak sosyoloji “sosyalfizik” adıyla sonra da “pisikofizik” adıyla psikoloji felsefeden ayrılırlar.” Yakın arka plan verdi.
B. Sambur: “Psikoloji” kavramının, iki alt kavramdan (psiko: ruh, loji: bilim) oluştuğunu, ruhbilim anlamına geldiğini, ruhun laboratuvara konulamayan, deney, ölçüm, gözlem yapılamadığı için, bilimsel nesne olamayışı nedeniyle, modern psikolojinin ruhu reddetmek zorunda kalışı, dinle karşı karşıya gelmesine ve dinin de psikoloji tarafından bilimsel olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi sonucuna götürdüğünü, diğer yandan dini psikolojinin incelenebilir bir alt alanı haline getirme gayretlerinin de tepki görmesi, bu iki temel alanın iyice ayrılmasına sebep olduğunu belirti.
“Modern psikoloji” nin 1879 yılında Almanya’da ilk laboratuvarın açılmasıyla başladığını, dinin reddedilmesinin, insanların dindar olmasını engellemediğini, William James, wilford konferanslarında tekrar “dini tecrübeler” başlığı ile ele alındığını, ruh yerine zihin kavramı kullanılmaya başlandığını, psikologların zihini de beğenmediğini, Bu arada Freud’ ün psikanaliz teorisinin de bilimsel kabul edilmediğini, “Peki neyi ölçeceğiz?” sorusuna her şeyi davranışa indirgeyerek karşılık bulunduğunu ve böylelikle psikolojinin önce ruhunu, sonra sırasıyla zihnini, duygularını, bilinçaltını kaybederek, kendisini davranışçılığa hapsettiğini, bütün bunların insanın kaybedilmesi demek olduğunu ve modern psikoloji insansız bir bilim olarak ortaya çıktığını, 1935’te bilimselliği ihlal etmeden kişilikle ilgilenebileceği vurguladığını, davranışçı psikoloji anlayışı hakim paradigma haline geliyor, psikoloji insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim olarak tanımlanıyor ve hayvanlar merkeze alınarak mekanik bir varlık tasavvuru oluşturuluyor, tespitini yaptı.
B. Sambur: Dinin bu paradigmanın tamamına karşı olduğunu, dinin; insanın nasıl yaşadığına, tanrıyla ve diğer varlıklarla nasıl ilişki kurduğuna dair bir anlam çerçevesi sunduğunu ve hedefinin ruhu olgunlaştırmak olduğunu, din; ideolojik paradigmanın etkisinde kalan psikolojinin “ruhbilimi” değil, bir sapma, görüşünde olduğunu belirtti.
Sonuç olarak: Psikoloji-Din ilişkisinde iki temel yaklaşımın geliştiğini, birincisi; birbirini reddederek, birbirine karşı sürekli mücadele halinde olunacağı, ikincisi; din yüce ve insana değer veriyor, psikoloji hizmetkarı olmalı.
Kendisinin bu yaklaşımları uç bulduğunu, bu yaklaşımların her iki alana da kaybettirdiğini, modern bilimlerin hadlerini bilmediğini, tevazuyu yitirdiğini, felsefenin bilgelik sevgisi ve tevazu içerdiğini, dinde psikolojide modern dönemin birikiminden vazgeçmeden karşılıklı bilgi paylaşımı açık tutulması gerektiğini, din psikolojisi başlığı ile ilişkinin kurulduğunu ve ülkemizde de katı psikoloji anlayışından vaz geçilmesi, sadece ilahiyatta din pskolojisi incelemelerinin yeterli olmadığını vurguladı. Sonra konferansın soru cevap kısmına geçildi.
Günün anısına Enstitümüz adına Sayın Dr. Nurettin Yücel tarafından Sayın Prof. Dr. Bilal Sambur’a onur plaketi takdim edildi.