Güleç konuşmasına kültürü; insanoğlunun kendine özgü olarak doğayla kurduğu ilişki sonucu ortaya çıkan beslenme, barınma, folklor, etnoğrafik, gelenek, görenek, yaşam alışkanlıkları, üretim ilişileri vs. içeren ve tarihsel değişime, etkileşime açık faaliyetlerin tümü olarak değerlendirdiğini ifade ederek başladı.
Her bireyin böyle bir kültür ortamı içinde doğup büyüdüğünü belirten Güleç psikiyatrik bozuklukların oluşumu ve tedavisinde bu kültürel ortamın çok önemli rolü olduğunu vurguladı. Örneğin Türkiye’ye baktığımızda farklı kültürel yapılara sahip olduğumuzu, birçok alt kültür ve başat kültür olduğunu kolaylıkla gözlemleyebiliriz. Kültür kaynaklı çatışmaların psikiyatrik sorunlara neden olduğunu ve bunların tedavisinde de yine bu kültürün önemli bir rol üstlenebileceğine dikkat çekti.
Kültür üstü psikiyatri ile kültürel psikiyatri arasında hassas bir ayırım olduğunu, psikiyatrik kavramlar ve araştırma metodolojilerinin sosyal sistemler içinde gömülü olabileceğini, kategori yanlışlığına yol açılmaması için biyolojizmin dar çerçevesinin açmazlarına sığınılmamasını ve ötekini bilmeye yönelik anlama denemeleriyle modernleşme ve kapitalizm paralelliğiyle yürüyen Batı tıbbının dışında bütüncül ve kuşatıcı bir paradigma ile karşı durulabileceğini belirtti.
Psikiyatrinin bir ilim dalı olup olmadığı ve bu disipline yöneltilen eleştiriler ve sorulan sorular konferansçı tarafından keyiflice cevaplandırıldıktan sonra, verimli geçen sohbet ve müzakerelerin ardından günün anısına Sayın Prof. Dr. Cengiz Güleç’e Enstitü tarafından bir plaket takdim edildi.