Mehmet Sait Reçber: “Kur’ān’ın öngördüğü felsefi çerçeve nedir?” sorusunu sorarak, Kur’ān’ın bir felsefe kitabı olmadığını, felsefe kitabı olmamasının bir felsefesinin olmadığı anlamına gelmediğini, daha da önemlisi Kur’ān’ı Kerim’in bir felsefi çerçeveyi öngörerek anlaşılabileceğini, çünkü belirli bir felsefi çerçeveyi öngörerek insanlara hitap ettiğini, bir Müslüman zihninin (felsefecinin) açıkça olmasa da zımnen var olan bu felsefi çerçeveyi ortaya koyması gerektiğini, kişisel olarak bu noktanın bir çok entelektüel müslümanın gözünden kaçtığını, aslında basit gibi görünen fakat önemli bir husus olarak elimden geldiği kadar bu gün “Kur’ān’ın nasıl bir felsefi çerçeve öngördüğünü ve bu felsefi çerçevenin Kur’ān ilimleri ve Kur’ān’ı anlama üzerindeki etkisinin ne olabileceğini.” İrdelemeye çalışacağını belirterek konferansa giriş yaptı.
Evvela birkaç kavramsal çözümleme yapılması gerektiğini, “Gerçek ne? Gerçekçilik ne? sorularının ardından, Kur’ān ve Gerçekçilikten aslında Kur’ān ve Realizmi kastettiğini, realizm veya gerçekçilik felsefede farklı formlarda ortaya çıktığını, bir insana “gerçekçi ol” dendiğinde “olguyu dikkate al” “olup biteni gör” demek olduğunu, bu manada gerçekçilikle gerçeğin ilişkili olduğunu ama felsefi anlamda gerçekçilik ile gerçeğin eşit ve uygun olmadığını, çünkü eğer bir gerçeğin kendisini, salt olgusal olan gerçeği, bir değer çerçevesi haline getirecek olursak ve buna gerçekçilik adını verirsek, o zaman yapmamız gereken bir şey yok, çünkü “olan her hâlükârda olandır” olması gereken noktasında bir arayış havada kalacağını, dolayısıyla gerçeklik farklı düzlemlerde, farklı aşamalarda ele alınması gereken bir kavram olduÄunu belirterek, ahlaki gerçekçilik felsefesinde ahlak önermelerini doğru kılan bir gerçekliğin olduğunu ve doğruluğun objektif olduğu anlamına geldiğini, bununda şu anlama geldiğini; bir olan var, birde olması gereken var. Olana baktığımızda insanların çoğu gayri ahlaki davrana biliyor ama bu olması gereken değil, insanların yalan söylediği bir gerçektir ama bu doğru bir şey değil, Ahlaki gerçeklikte insanların olgusal düzeyde yapıp ettiklerinin meşru olduğu anlamına gelmediğini, Ahlakın referansta bulunduğu objektif gerçeklik düzleminin maddi bir düzlem olmadığını, bu açılardan bakıldığında gerçekle gerçekçilik birbiriyle ilişkili olmasına rağmen her zaman aynı anlama gelmediği izahlamasını yaptı.
Mehmet Sait Reçber: Kur’ān gerçekçi midir? sorusuna her iki anlamda da Kur’ān’ın gerçekçi olduğunu: 1-Olguyu dikkate almak noktasında gerçekçi olduğunu, çünkü muhatabın durumunu, gerçeğini (dili, kültürü, ahlaki yapısı, entelektüel düzeyi) dikkate almadan ona hitap edilemeyeceğini, hitap etme koşullarının gerçekleşemeyeceğini, Kur’ān bu manada gerçekçi olduğunu, Resulullah’ın “İnsanlara akılları nispetinde konuşunuz” sözünün bir gerçekçilik iddiası olduğunu belirtti. Ama ayını zamanda Kur’ān’ın bu gerçekle muvafık olmadığını, 2- Olan gerçekliği olması gereken gerçekliğe dönüştürmek istediğini, olması gereken noktada Kur’ān bir gerçekçiliği öngördüğünü, kendi açımızdan hepimiz Allah’ın yarattığı yanılabilen ve kusurlu, eksik olabilen insanlar olarak, hep daha iyisini tahayyül ettiğimizi, kendi gerçeğimize ilişkin bir şeyler tahayyül etmezsek, iyiye doğru kendimizi evirmek için bir çabamızın olamayacağını, daha çok şey bildiğimizde daha iyi insan olduğumuzda bu bizim için daha fazla gerçeklik anlamına geldiğini, Kur’ān’ın olması gereken bir gerçekçiliği öngördüğü için nazil olduğunu vurguladı.
Gerçekçiliğin felsefede ne anlama geldiği? sorusu ile bu anlamda gerçekçiliğin en temel tanımının bir tanesinin “Her hangi bir noktadaki, her hangi düzlemdeki hakikat (doğruluk) iddiasının, keyfi olmadığıdır.”, objektif olduğudur, diyerek, bir şeyin objektif olması bir şeydir, insanların onu bilmemesi başka bir şey olduğunu, evren karşımızda objektif gerçeklik olarak duruyor, bu bir şeydir, ama insanların bunu bilip bilmemesi başka bir şeydir, insanlar az bilir çok bilir, tarihte az bilmiştir çok bilebilirler, bu gerçekliğe ilişkin bilgi boyutu var, bunları birbirinden ayırmamız gerektiÄini açıkladı.
Mehmet Sait Reçber: Bilgi ile varlık arasında bir tür eşlemeye gidilerek gerçeklikten kopuş yaşandığını, yani gerçeklik benim bilgimdir, ben yoksam ne gerçeklik ne hakikat diye bir şey yok, bu manada gerçekçiliğe katılmadığını söyleyerek, “hakikat- doğruluk nedir?” sorusuna, Aristo’dan tanımla “Bir şey ne ise onun o olduğunu söylemek, ne değilse o olmadığını söylemenin doğruyu, bir şeyin ne ise onun o olmadığını, ne değilse de onun o olduğunu söylemenin yanlışı” olduğunu, burada dille gerçeklik arasında ilişki olduğunu, “söz” ün gücünü gerçeklikten aldığını, burada fizikalizm ve natüralizmin tuzağına düşmememiz gerektiğini, bütün konuşma düzlemlerinin fiziksel düzlemler olmadığını, mesela “yalan söylemek kötüdür” bunu insanlara bakarak tespit edemezsiniz, gerçeklik düzlemi var, somut düzlem olması gerekmiyor, Akıl bunu keşfediyor. Bütün bilgiyi duyu verilerine bağlayan Pozitivist epistemoloji, materyalist yada natüralist ontolojinin çok indirgemeci olduğunu, Oysa bilginin bir çok alanı olduğunu, bizim bunu duyu verileriyle bilmediğimizi, ama bunun doğruluğundan şüphe etmediğimizi, kişinin kendisi hakkında bir sürü düşüncesinin öznesi kendisi olduğu ve hiçbirinden zerre kadar şüphe etmediğini, ama bunları duyu verileriyle test etme şansımızı olmadığını, kişinin bu düşüncelerinin, dış dünyanın gerçekliğinden daha fazla olduğunu, Dekart’ı anımsayacak olursak “Belki dış dünya yoktur ama ben düşündüğümden şüphe etmiyorum, çünkü şüphe etmek düşünmektir.” Yani bu kadar açık. Ama bir pozitivist “nerede bana göster”, materyalist “beyninin nöronlarında saklı” diyeceklerini, ancak mitik, mitolojik karşılığı olmayan felsefi söylemler olduğunu, gerçekçilikle fizikalizm, natüralizm, pozitivizm aynı şeyler değil, basit yanılgılar olduğunu, bu noktada iddialarının da kendi kendilerine referansla ne kadar tutarsız olduklarını zaten bildiğimizi, bu tür bilgi iddialarının kaynağı duyu verisi mi? sorununda ahkam kesme şansı olmadığını, neyi ne kadar hangi yolla bildiği konusunda bilgi sahibi olması gerektiği tespitini yaptı.
Epistemik realizmle birlikte insanların ölçülü olmaları, ahkam kesmemeleri gerektiğini, İslam’ın bilgi ahlağının “Allah’u âlem.. (Allah daha iyisini bilir.)” olduğunu, bunun da insanların hiçbir şey bilmediği anlamına gelmediğini, bunun Kur’ān’ın mantığına aykırı olacağını, her şeyi Allah biliyor olması senin bazı şeyleri bilmene mani olmadığını, senin için doğru olan şeyler Allah içinde aynı zamanda doğru değilse Allah’la real ve realist gerçekçi bir epistemik diyalog söz konusu olamayacağını, tıpkı başkasının birşeyi bimesinin bizim bilmemize mani olmaması gibi, bu noktada düşüncelerimizi muhtelif septik yaklaşımlardan kurtarmamız gerektirdiğini, bizim bilgimizle Allah’ın bilgisi arasındaki fark, bizim yanılabiliyor olmamız olduğunu, bunun bizim ilmimizle Allah’ın ilminin azda olsa örtüşmediği anlamına gelmediğini, arada realist epitemik manada bir örtüşüm olması gerektiğini belirtti,
Mehmet Sait Reçber: Müslüman için önemli noktanın Allah’la insan arasında kokliftik ve ahlaki manada reel bir ilişki bulunması, gerçekçi ve objektif bir ilişki olması, Allah “La ilahe illallah. (Allah’tan başka ilah yoktur.)” dediğinde Allah için doğru olduğundan, bizim için doğru, bizim için 2+2=4’tür doğruysa Tanrı içinde doğru olacağını, yoksa Allah’la insan arasındaki gerçekçi bağın kopacağını, bunun ahlaki anlamda da böyle olduğunu, Allah’ın insanlara hakkı tavsiye edin derken, hakikatin Allah için başka insanlar için başka olamayacağını açıkladıktan sora konferansın soru cevap bölümüne geçildi.
Günün anısına Enstitümüz adına Yönetim Kurulu Üyemiz Mücahit Yeşil tarafından Prof. Dr. Mehmet Sait Reçber’e plaket takdim edildi.