Zihniyetin ne olduğunu, zihniyetin bileşenlerini ve medeniyet ile ilişkilerini kısaca ele alarak konuya girdi. Metin üzerinden zihniyet okumalarının bu konferanstaki ana konusu günlük hayattaki barınma mekânlarının niteliği ile ilgiliydi. Yaşar Aydemir, zihniyet-sanat ilişkisine kısaca değindikten sonra "Sanata Yansıyan Zihniyetin İz Düşümü: Kâfirî Bina Muhkem Olur" alt başlığı ile konuyu kendisine verilen süre içerisinde ele aldı. Müslümanların inancı gereği insanın dünyada kalıcı olmadığını bilerek hareket etmesi gerektiği anlayışını farklı şairlerden verdiği örneklerle delillendirdi. Bunlardan birisi Nesîmî'nin;
Dünyaya arka virürler mülk ü mâl ü devlete
Bî-bekâ bünyâdı yohdur ol dahı muhkem degül
beyti, diğeri de aynı çerçevede Şeyhî'nin;
Devlet evi dîvârına yastanmayıgör kim
Muhkem değil ey şâh bu bünyâdın esâsı
beyitleriydi. Toplumda yaygınlık kazanan bu anlayışın insanların barındıkları yerleri genellikle dayanıksız malzemeden yapmasına, ahşap ve toprağa yakın yapılar tercih etmelerine sebebiyet verdiğini söyledi. Bunun yanında vakıf eserleri ve dinî mekânlarda daha sağlam malzeme kullandıklarını ifade ile "İnsan bu dünyada kalıcı değildir. Baki olan ise Allah'tır" hareket ettiklerini söyledi. Bu anlayışın zihniyetten bağımsız olmadığını vurguladı. Necatî'nin;
Gide mi ey seng-dil zülfüñ hayâli sîneden
Çün bilürsin muhkem olur kâfir itdügi bînâ
beytini "Klasik kültürde sevgilinin zülfü siyah değil simsiyahtır. Zülüf, sevgilinin ay veya güneş gibi olan yüzünü örtünce hakikatin yüzünü örtmüş olur. Bundan dolayı da kâfir olarak tasavvur edilir. Âşığın sevgilinin zülfüne duyduğu hevesini gönlünden söküp atmak mümkün değildir. Öyleyse taş kalpli sevgilinin zülfünün hayali âşığın sinesinden gitmez. Tıpkı kâfirin yaptığı bina gibi sağlamdır." Şeklinde açıkladı. Necatî'den bir başka örnek daha vererek kâfirin yaptığı binanın toplum tarafından sağlam algılandığının altını çizdi:
Uralı zülfi kâfirî bünyâd
Sevgüsi dilde katı muhkemdür
Bu anlayışın toplumda genel kabul gördüğünü Nevî'nin beytinden hareketle dile getirdi;
Dâim harâbelik yaraşur kalb-i mü’mine
Beytüñ binâsı muhkem olur olsa kâfirî
Yaşar Aydemir konuya örnek teşkil edebilecek birçok beyti verdikten sonra umumî bir çıkarımla sunumunu tamamladı: "Toplumda kendisine yer bulan her anlayış sanata, özelde edebiyata yansır. Bu eserlerden hareketle tarih, ilahiyat, sosyoloji ve psikoloji gibi alanlara ait çıkarımlarda bulunmak yanlış bir davranış olmasa gerektir. Toplum hayatında egemen olan anlayışlar bireyin refleksleri halinde hayata yansır.
Her bir davranış düşünülerek veya hesabı yapılarak gerçekleşmez. Osmanlı medeniyetinin zihniyet dünyasında genellikle dinî yapılar ve vakıf eserlerinin yapımında sağlam malzeme kullanılmış ve yapımına özen gösterilmiştir. Aynı özenin diğer yapılarda gösterildiğini söylemek zordur. Kâfirin yaptığı binanın muhkem olması meselesinin şairler tarafından da tespiti umumî kanaati göstermesi açısından önemlidir. Tersten bakıldığında Müslümanların inşa ettiği binaların en azından kâfir olarak ifade edilen insanların yaptığı binalar kadar sağlam olmadığı ortadadır. Ancak "Kafirî binanın muhkemliği meselesini bugünün değer yargılarıyla mahkûm etmek de yanlıştır. Bizim sunumumuz bunun yanlışlığı veya doğruluğundan ziyade bir tespite dayanmaktadır. Biz bugünden farklı olarak atalarımızın ahşaptan ve tek kattan yana tercih yaptıklarını, bizim taş, tuğla ve çok katlı beton binaları tercih ettiğimizi görebiliyoruz. Onlar toprağa yakın ve başka varlıkların hukukunu gözetirken bizim daha fazla kazanma hırsıyla onlara yaşam hakkı bile tanımadığımızı da görüyoruz. Ahşap yapıların esnekliği ve yoğunluğunun azlığı dolayısıyla çökme durumunda geniş yaşam boşlukları bıraktıklarını, yaralanmalara sebebiyet veren tuğla yapılar ile ağırlıklarıyla ezilmelere yol açan beton bloklara göre daha güvenilir olduklarını da biliyoruz." cümleleriyle sunumunu tamamladı. Gelen sorulara da açıklayıcı cevaplar verdi. Günün anısına Enstitümüz adına üyemiz Mücahit Yeşil tarafından Prof. Dr. Yaşar AYDEMİR’e plaket takdim edildi.
KLASİK ŞİİR METİNLERİ ÜZERİNDEN ZİHNİYET OKUMALARI II
Prof Dr. Yaşar Aydemir bu seminerinde Klasik Türk Şiiri metinleri üzerinden zihniyetin izlerini sürmeye devam etti. Bu haftaki merkeze aldığı konu klasik şiirin sevgili tipinin oluşumu, gelişimi ve değişimi idi. Yaşar Aydemir, "Selçuklu ve devamında Osmanlı medeniyetinin zihniyet dünyasının oluşumuna katkı veren değerleri ve bunların terkibini hatırlatacak, arkasından bu anlayışın tezahürü olan beyitler üzerinden zihniyet okumalarına başlayacağız. Toplumsal hayatın dinamikliğini dikkate alarak yüzyıllar içerisinde oluşan zihniyet değişikliklerinin izlerini yine şiir üzerinden sürmeye çalışacağız. Buradan çıkarılacak dersleri de dinleyiciye bırakarak konuşmamızı tamamlayacağız." Cümleleri ile konferansına başladı.
Yaşar Aydemir, zihniyet kavramının topluma hâkim olan düşünce sisteminin bütünü olduğunu, düşünce sisteminin en önemli bileşenlerinin de; din, kültür, gelenek ve değer yargıları olduğunun altını çizdi. Aydemir, Edebiyatta gerek yazarın ve gerekse şairin sınırlarını belirleyen, ona yön veren, onu bu sınırlar içerisinde düşünmeye ve yazmaya yönelten temel hususun zihniyet olduğunu ifade etti. Her dönemin şiirinin kendi içinde bütünlük arz ettiğini, bir devirde yazılan şiirlerin döneminde hâkim olan ahlâk ve estetik değerlerle aynı çizgide yazıldığını, dönemin sanat zevkine hitap ettiğini söyledi.
Selçuklu-Osmanlı medeniyetinin referans kaynaklarını, toplumun İslamlaşma sürecinde tasavvufun rolünü ve bu çerçevede kurulan şiir geleneğini örnekleriyle anlattı. Kurulan şiir geleneğinin başlangıcında anlatılan sevgilinin ilahî varlık olduğunu, bunu anlatan şairin de teşbihî bir dil kullandığını dile getirdi. Birçok beyitle bu fikrini destekleyen Aydemir Yunus Emre'nin;
Bizim hâlimizden bilen kimdir aşka münkir olan
Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir
Hayretî'nin;
Sûretâ gerçi ki biz kaş göz temâşâsındayız
Zâhidâ ma’nîde Hakkuñ ‘arş-ı a’lâsındayız
Necatî'nin;
Şol ki Nakkâş-ı lem-yezel özler
Dilberün hüsnini bahân’eyler
Gibi beyitler ile Latîfî Tezkiresinin konuyla ilgili “Aslında şairlerin mecazî şiir örtüleri ve gerçeği iltibaslarında def, ney, sevgili ve şarabı gösteren ibare ve istiareler gelirse, görünüşe bakıp bunları şarap, dilber, kol ve boy övgüsü olarak düşünmemek lazımdır. Tasavvuf ve gerçek bilenlerin dilinde her sözün bir manası, her ismin bir müsemması, her sözün bir tevili ve her tevilin bir temsili vardır.” beyanını paylaştı. Bu gelenek içerisinde sevgilinin hep merkezde bulunduğunu, Mecnûn'un Leylâ'nın yüzünden bilindiğini, Leylâ olmasa Mecnûn'un adını sanını duyan olmayacağını ifade ettikten sonra bunları ayrı ayrı örneklendirdi. Geleneğin hâkim anlayışında sevgiliyle görüşüp konuşan bir âşık anlatımının olmadığını ifade eden Aydemir, Nefî'nin beytinden hareketle âşığın sevgiliyi rüyasında bile görmesinin zorluğuna işaret etti:
Baht uyansa hâba varsa dîde-i bîdârımız
Düşde bâri gayrdan tenhâ düşürsek yârimiz
Sevgilinin anlatımında kullanılan benzetme unsurlarının günlük hayatta veya kültürde toplum beğenisini yansıttığını ifade eden Aydemir, bu benzetmeliklerin sevgilinin öne çıkarılan özelliğini hakkıyla temsil edemediğini ve etmesinin de beklenmediğini değişik örneklerle gözler önüne serdi. Örneklerden birisi de Ahmet Paşanın beyti idi:
Sidreye beñzetdügüm ‘ayb itme cânâ kaddüñi
K’anı beñzetmekde bundan müntehâsın bilmedüm
Klasik şiirin sevgili-âşık ilişkilerinde mutlak söz sahibi olanın sevgili olduğunu ve âşığın üzerindeki etkisini gösterdiği ifade eden Aydemir'in örnek verdiği beyitlerden birisi de Fuzulî'nin bir beytiydi:
Cânı cânân dilemiş virmemek olmaz ey dil
Ne nizâ eyleyelüm ol ne senündür ne menüm
Yaşar Aydemir, "Toplum Değişiyor-Sevgili Değişiyor" alt başlığı altında süreçte zihinsel dönüşüme paralel olarak sevgili anlayışının değişimini örneklerle gösterdi. Enderunlu Vâsıf'ın;
Beklesem bir iki çifteyle sizi iskelede
Yârın eyler misiniz üç sularında teşrif
Mısralarıyla âşığın randevu verdiği bir sevgili, Nedîm'in;
Münâsibdir sana ey tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaşa yakın bir hâne-i vîrânımız vardır
Mısralarıyla âşığın ayağına çağırdığı sevgiliyi örnek olarak verdi.
Râşid'in;
Öyle mecnûn olacak hüsnüne Leylî yoktur
Dizesiyle tahtı sarsılan sevgilinin, Meşhurî'nin;
Bir hûb ki Meşhûrî dirîğ eyleye vaslın
Şâyetse midir sahte edâsın çekeriz biz
Beytiyle vuslatını esirgeyen bir sevgilinin sahte edasına katlanacak âşığın kalmadığı örneğini verdi. Son olarak da Âşık Veysel'in:
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
mısralarının geleneğin kuruluşundaki idealize edilen sevgili anlayışı ile 180 derece değişim gösterdiğini, tarihsel süreçte toplumun hayat anlayışının değişimine paralel olarak idealize edilen sevgili tipinin nasıl günlük hayattaki bir sevgiliye evrildiğini, sevgili-âşık münasebetinde nasıl bir merkez değişimine uğradığını ortaya koyarak konferansını bitirdi. Gelen sorulara ayrı ayrı örneklerle cevaplar verildi.