A. Çaylak: “Siyaset Bilimi” ya da “Sosyal Bilimleri” bilim olarak tanımlayanlardan olmadığını, dolayısıyla siyaset kavramını kullanmayı tercih edeceğini belirterek, “siyaset”in özü, doğası ve niteliğinin insana ilişkin, siyasetin ana kavramının da “iktidar” (bir şeyi yapabilme gücü, kudreti, potansiyeli) olduğunu, bunun en üst örgütlenme durumunda siyasal iktidarın somutlaşmış hali “devlet”ten söz edilebileceğini belirterek, kendisinin siyasete muhalefet tarafından baktığını ve muhalefetsiz insanlık serencamının yerli yerine oturmayacağını, yüzyıllardır dinlerin iktidar üzerinden söylemi varmış gibi bir durumun olduğunu hâlbuki dinler (peygamberler), var olan iktidara (düzene) muhalefet ederek şirk ve sömürüye karşı durduğunu, “iktidar ve itikat” konusuna -farklı yerde durmak, farklı düşünce ileri sürmek anlamında- muhalefet cephesinden bakılmasının gerekliliğinin tespitini yaptı.
A. Çaylak bulunduğumuz coğrafyada kadim toplumlara gittiğimizde siyasal ve toplumsal örgütlenmelerinin merkezinde tapınaklar olduğunun görüldüğünü “İktidarın itikatleştirimesi” sorununun kadim medeniyetlerde temelini bulduğunu ve siyasal iktidarları tanrının (ismi toplumlara göre değişse de) yeryüzünde tecellisi gibi görme anlayışı sorunun yattığını ortaya koydu.
Yine iktidarın tanrısallaştırılmasının Yunan üzerinden Romaya geçerek çift kılıç kuralına dönüşmüş; ruhban sınıfı “Güneş”i imgeler, yönetici sınıfı “Ay”ı imgeler olmuş ve Doğu Romanın bunu özden kayma olarak görürek tersine çevirmiş olduğunu belirtti.
A. Çaylak: Diğer yandan bu coğrafyaya İbrahim’i gelenekten peygamberlerin geldiğini görüyoruz. Bu peygamberlerin hiç birisi kendisinin tanrının yeryüzündeki iradesi olduğunu söylemediğini, şirk düzenini ortadan kaldırmak üzere, tevhit ve adaleti vurgulayarak, hikmetle ve adaletle hükmetmekten bahsettiği tespitini yaptı.
Müslümanlarda “iktidarın itikatlaştırılması” iki kaynaktan (Bizans ve Perslerden) beslenerek sorunsallaşmış, Dört Halife döneminden sonra iktidar mücadelesinde bu iki etki alanını gözlenmeye başlanmış, Muaviye’nin yönetim alanı Şam’ın Bizans İmparatorluğunun etki alanı olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekti.
Elçi Muhammedin “Ben bir kral değilim, sizlerden biriyim”, Dört Halifenin kendilerini “Emīru’l- Müminīn” olarak görmesi ve aralarındaki işleri istişare ile görmeleri, hem Kur-ān belgelerinde (Şūrā 42/38, Āl-i İmran 3/159), hem tarihi belgelerde açık ve sabit olduğunu, toplumun ortak (kamusal) işlerinde iktidarın itikatleştirilmeden kutsallaştırılmadan toplumsal ve siyasal alanda yönetim anlayışının olduğunu belirtti.
Muaviye ile “halife” kavramının kullanılmaya başladığını ve sonra Abdulmelik “halifetullah” kavramını siyasi olarak kullandığını, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” kavramlarınında kullanılmasıyla iktidarın itikatleştirilmesi müslüman toplumda yer edinmiş, böylece yöneticilerin sorgulanmasının ve eleştirisinin yapılmasının önü kesilmiş olduğunu, aynı şekilde Şiliktedeki “İmamet” anlayışının, yani Ali’nin İmam olmasını ilahi bir hak olarak görülmesinin de aynı saikle olduğunu, günümüz iktidar pratiklerinde de gözlemlendiğini vurguladı.
A. Çaylak konuşmasının devamında Kur’ān’ın yönetime ilişkin veya yönetim şeklinin ne olmasına gönderme yapmadığını, toplumsal ve siyasal alanı insanların akli alanı olarak gördüğünü ve genel ilkeler koyduğunu belirtti
Kısacası “iktidarın” sadece başta bulunanlara ait olmadığı, bütün insanlara /topluma ait olduğu, toplumda istişarenin gerekliliği, farklı düşüncelerin gerekliliği, bu anlamda güçlü bir muhalefetin, işlerin düzgün görülmesinin zaruretinin aşikar olduğu sonucuna vurgu yaparak son verdi. Oturumun soru cevap kısmına geçildi.
Günün anısına Enstitümüz adına Sn. Süleyman ARSLANTAŞ tarafından Sayın Doç. Dr. Adem ÇAYLAK’a onur plaketi takdim edildi.