Sayın Açar, öncelikle Enstitü’nün amacının; Müzakere Salonumuzu süsleyen özlü sözlerden de anlaşılacağı üzere, fikirler ve sistemler üzerinden bir ilmi siyaseti olduğunu vurgulamak istediğini belirterek, Batı nedir? Sorusunu sordu ve bütün felsefi sorularının “nedir’ li ” sorular olduğunu hatırlatarak, bu sorunun “Anlamı nedir?” anlamına geldiğini, buradan da bilgi sistemine gidilerek mantık ve gerçeklik ölçütleri içerisinde bu bağlamda somutlaşan düşünceler ortaya konulacağını belirterek, “Batının anlamı nedir?” sorusuna “Biz kimiz?” sorusunu ekledi ve “sosyolojik gerçeklik mi? bir ümmet mi? bir millet mi? Irk mı?” sorularını da sıralayarak, açıklığa kavuşturulması gerektiğini vurgulayarak konferansına giriş yaptı.
“Batı”ya “–Bir coğrafya olarak batı –Toplum/lar olarak batı –Ekonomik ve siyasi güç olarak batı –Düşünce tarzı olarak batı” gibi birçok yönden bakılabileceğini; “Batı” coğrafi olarak kimler için kullanılıyor? Avrupa Kıtası’nın bir kısmını içerdiği parlamenter sisteme sahip, liberal hak ve hukukların gündeme getirildiği Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere) ve batısı olan Kuzey Amerika kastedildiğini, Toplum olarak bakıldığında “Batıâ çok çeşitli din ve gruplardan müteşekkil olduğunu, kendi içerisinde de bir çeşitlilik barındırdığını, Ekonomik ve siyasi güç olarak “Batı” gelişmiş Avrupa ülkelerini ve Kuzey Amerika’yı ifade ettiğini ve nihayet düşünce tarzı olarak “Batı”nın iki yönüyle bizi ilgilendirdiğini izah etmeye çalıştı.
Açar, Batı düşünce tarzı ve yaklaşımının büyük öcüde iki düşünsel devrimin sonucu ile modern Batı biliminin teşekkülü, atılımları neticesinde ortaya çıktığını ve bunların;
1. Düşünsel Devrim: 16. Ve 17.yy yaşayan Galileo, Kepler, Descartes ve Newton vb. “Modern Bilgi’yi” etkileyen düşünürlerin görüşleri ki, hem ampirik (tecrübi) hem de rasyonel (akli) unsurları bir araya getirip bileştirmeleri neticesinde yeni bir anlayışa yönelmeleri sonucu gelişen ve değişen bilim.
2. Düşünsel Devrim: 18.yy Aydınlanması: “Batı” aydınlanması tek bir aydınlanma olmadığını, Özellikle Fransız, İngiliz ve Alman aydınlanmalarının söz konusu olduğunu, Batı aydınlanmasının dini temellerinin de olduğunu, atılım içinde bulunan pek çok din adamlarının da bulunduğunu belirtti. Aydınlar, bilimsel gelişmelerden sosyal ilerlemelere doğru aydınlıklı bir dünya inşa etmek; diktacı iktidarlardan, hurafelerden ve adaletsizlikten kurtulmak için arayış içine girmişlerdir. Din adamlarının, kilisenin ve iktidarların işbirliği içinde korkunç tahribatlara ve insanlık kıyımına yol açmaları nedeniyle “Batı” nın kara tarihine karşı “akıl hürriyeti” elde etmiş, Batının sıçramasını sağlamıştır.
Açar, Modern Bilginin üretimi ve yayılmasında ilim insanı ve bilgi topluluklarının rolü bulunduğunu, bu ilim insanlarının dünyayı dolaşarak; uluslararası çapta öğrenen, öğreten, tartışan, görüş ortaya koyabilen ve kamuoyu oluşturan etkinlik ve devingenlik içerisinde çalışmalarını yürüttüğüne dikkat çekti.
“Birleşik Krallık’ın dört devletten meydana geldiğini ( Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda), en eski halklarını Keltler oluşturduğunu, MÖ 55 - MS 410 yılları arasında Britanya adaları Roma İmparatorluğuna bağlı Britannia eyaletini oluşturduğunu, 5. yüzyılda bölge Hıristiyanlığın etkisi altına girdiğini, Aynı yıllarda Germen bir halk olan Anglosaksonlar büyük kitleler halinde adaya göç ettiklerini, 1066-1154 yılları arasında gene bir Germen ırkı olan Normanların adayı ele geçirdiğini ve İngilizlerin bu Germen ırklarının devamını oluşturduğunu İskoçlar, Galliler ve İrlandalılar ise Keltlerin devamı olduğunu, 1707 yılında İngiltere ve İskoçya birleşerek Büyük Britanya Krallığını kurduğunu, 1800 yılında da bu birliğe İrlanda'yı da katarak Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı kurulduğunu, 1921'e gelindiğinde bu imparatorluk Hindistan, Kuzey Amerika, Orta Doğu , Avustralya ve Afrika dahil 36,6 milyon km² lik bir alanı kapsadığını, 458 milyon kişilik bir nüfusa hükmettiğini ve nüfus bakımından dünyanın dörtte biri, Britanya'nın egemenliği altında yaşadığına” vurgu yaptı.
Açar: “Biz Kimiz?” sorusunu yönelterek; Türkiye toplumunu daha geniş kavram olan “Müslüman Toplumu” içerisinde ele alarak, sorunun Batılıların Şark meselesi adı altında, İslam meselesi olarak ele aldıklarını, İslam’ı araştırma konusu yaparak, İslam’a inanan Müslümanları, onların kültürlerini, dillerini, dinlerini araştıracak bir mesele olarak ele alınması gerektiğinden hareketle, sorununun “İslam/Şark Meselesi” olduğunu ve bu araştırma kuşatmasının geniş bir coğrafyayı içerdiğini belirti.
İslam /Şark Meselesinin aslının; Elçi Muhammed’in, Vahyi alması ve İslam’ı toplumda yeniden canlandırması ile başlamış, bölgenin servet kaynakları çetin çatışmalara yol açmıştır. İslam’ın YENİDEN ortaya çıkışı ve genişlemesiyle Muharref Musevilik, İsevilik ile putperest batının Müslüman doğu toplumlarını iktisadi ve siyasi nüfuz altına alma meseleleri oluşturduğunu ve iki ana yönünün bulunduğunu açıkladı:
1-Dini yönü; Kutsal bölgelerin/toprakların Müslümanların hâkimiyetine geçmiş olması,
2-Anılan coğrafyaların İktisadi ve Siyasi yönü; Bu toprakların zenginlikleri ve geçen ticaret yolları.
İslam başından beri sahih din temelinde birleşmeye çağırdığını, bunun Roma ve İran imparatorluklarının el değiştirmesine, coğrafi olarak Suriye’ye, Anadolu’ya ilerlemelerine, Mısır, Afrika ve Atlas Okyanusu’na varmasına, oradan Avrupa’ya geçmelerine sebep olduğunu, ancak şu sorunun sorulması gerektiğine işaret etti: “ Daha sonraki Müslümanlar,-İlk dönem Müslümanlarının aksine - İslam’ın gelişmesini ne kadar katkı sağlamışlardır?”
Açar, Bugünkü durum açısından iki kavramın yeterince bilinmesi gerektiğine değindi:
1-Zihniyet: Düşünme tarzları, eylemeleri ve davranış kalıplarını ifade eder.
2-Gelecek: Geleceğe ilişkin- kullanılacak matematiksel veya istatiksel modellerden ziyade- teşhis edilebilir bir bilgiye dayalı, geleceğe ilişkin stratejinin olması.
Batı ile bir zihniyet farkının olduğunu, şu an İslam dünyasının şizofrenik bir durum arz etmektedir; rasyonel olarak akıl yürütemeyeceği veya eyleyemeyeceği zihinsel bir bozukluk sergilemektedir. Bu bağlamda ihtiyaç duyulanın; bir birliğin, uyumun ve bütünlüğün yeniden kurulması olduğunu, bunun da hiç kolay olmadığını, bunun için gelecekle/gerçekle yüzleşmekten başka bir seçenek bulunmadığını, sorunun zihin/zihniyet durumu ile ilgili olduğunu, zihniyetin objektif gerçekliklerle karşılaşmada kendini yeniden, şimdi gelecekte, gelecek için şekillendirebileceğini, Gelecek Müslüman zihniyeti; düşünme, pratik ve davranış hallerini içerdiğini açıkladı.
Açar, Müslüman düşünce tarihinden kısaca bahsettikten sonra, Küreselleşmenin; siyasetten ekonomiye, kültürden toplumsal politikalara, sivil toplum yapılanmasından insan haklarına uzanan söylemleri içeren; ekonomik, siyasi ve kültürel çok boyutlu karmaşık tezahürler alanlarını kapsadığını, sürecin aktörlerinin; uluslar-üstü örgütler, çok uluslu şirketler, hükümet dışı kuruluşlar ve ulus devletleri olduğunu, çatışma nedenleri; hem ulus devletlerinin, hem küreselleşmenin ideolojik kurgulanmaları olduğunu, ulus devletlin ulusçuluk kurgusu ile küreselleşmenin dinamikleri karşısında sürekliliğini sağlamasının tartışılır hale geldiğini, nihayetinde ulus devletlerinin norm alıcı konuma geldiğini, Müslümanların bugünkü durumuna bakarak, mevcut uygulamalarıyla sorunlarına sağlıklı bir çıkış yolu bulamayacaklarına dünümüz ve bu günümüzün tanıklık ettiğini, Nedeninin ise: öncelikle düşünme etkinliğinde bilgi sorununun olduğunu, bunu sağlıklı çözmedikçe, tüm çabaların heba olacağını belirti.
Açar, Bu konuda değişmesi gerekene ve imkânımıza dikkat çekmek istediğini:
1-İslam dünyasındaki sorunların, doğru tespit/teşhis edilmesini,
2-Bunun için sorun/sorunların kökenine inilmesini,
3-Diğer coğrafyalardaki Müslümanların bugün düştüğü duruma bizim de düşmeyeceğimizin bir garantisi olmadığını vurguladı.
Gelecek; Bugünden atılacak adımlarla biçimlendirilir ve geliştirilir, geleceği şekillendirecek temel sorunlarla ve fikirlerle yüzleşilmelidir.
Mevcut Müslüman düşüncesinin temelleri ve karmaşık bilgi sistemleri, geçmiş mirastan kaynaklanıyor.
Günümüz sorunlarının bir kısmı şunlardır:
1-Bireysel ve kamusal yaşamda geri kalmışlık; İslam inancını anlamada, Ahlaki yaşamda, Ekonomik ve toplumsal gelişmede, siyasette, hayatı/gerçeği yorumlamada kendini göstermektedir.
2-Miras; İnsani, tarihi ve coğrafik yönleri bulunmaktadır. Doğru bir açıdan ele almadıkça geçmiş miras karışıklık ve kaygı kaynağıdır.
Olumlu istendik değişme ve gelişmeler istiyorsak: Zihniyet değişimi yapmak, Müslümanlar eğitim ideali olarak aklın eğitimine, eleştirel eğitime önem vermeli,”Siz geçmişi değiştiremezsiniz, fakat görme yönünüzü ve çalışma tarzınızı değiştirebilirsiniz.” anonim deyişte olduğu gibi…
Söz sonu olarak: “Niteliğe yönelik çalışmalar ile ULUSLARÜSTÜ BİLGİ ÜRETEN BİLGİ TOPLULUKLARINA SAHİP OLMALIYIZ. Siyasi köklü bir değişim, öncelikle bir fikir tabanına muhtaçtır. Fikri temel, düşünce ve eğitimle elde edilir. Yarın ve daha fazlası için bilgi iktidarı gereklidir.” diyerek konferansın soru cevap bölümüne geçildi.